Güneş Sisteminden Sonra Ne Var?
Neptün ve Plüton’un yörüngelerinin Güneş sisteminin sınırını oluştur-duğunu söylemek yanlış olur. X Gezegeni veya Pholus benzeri cisimleri bir kenara bıraksak bile kuyruklu yıldızları göz ardı edemeyiz. Eğer varsa Kuiper Bulutu, Neptün’den oldukça dışarıdadır. Oort Bulutu’nun uzaklığı ise bir ışık yılı ile ifade edilebilir. Bu arada bize en yakın yıldızların, yani Alfa Centauri grubuna ait yıldızların, dört ışık yılı uzakta olduğunu da hatırlatayım.
Kısaca hatırlatmak gerekirse, Oort Bulutu, kuyruklu yıldız deposu olarak adlandırılabilecek bir oluşumdur. Oradaki cisimlerden biri tedirginliğe uğrayacak olursa, içeri yani Güneş’e doğru düşmeye başlayacaktır. Daha sonra başına çok çeşitli şeyler gelebilir. Güneş’in etrafında bir tur atıp binlerce veya milyonlarca yıl tekrar görünmemek üzere Oort Bulutu’na geri dönebilir. 1979’da görülen Howard-Kooman-Michels kuyruklu yıldızı gibi Güneş’e çarpıp yok olabilir. 1975’teki iki kuyruklu Arend-Roland kuyruklu yıldızı gibi geri dönmemek üzere güneş sisteminin dışına çıkabilir. Veya bir gezegen (ki bu genellikle Jüpiter olur) tarafından yakalanarak daha kısa dolanım süreli bir yörüngeye oturabilir. Halley kuyruklu yıldızı bu duruma klasik bir örnektir. 76 yılda bir günberi noktasına varan Halley, her turda 300.000.000 ton madde kaybeder. Bu durumda kozmik ölçütlere göre pek yaşlı olduğu söylenemez. Boşa harcayabileceği maddesi yok gibidir. Ancak 60 milyar tane Halley kuyruklu yıldızını bir araya getirerek Dünya’nın kütlesine eşit bir kütle elde edebiliriz. Şu anda bulunduğu yörüngede çok uzun süredir dolanıp duruyor olsaydı, gazının hepsini kaybetmiş olması gerekirdi. Yani onu Oort Bulutu’ndan yeni ayrılmış bir ziyaretçi sayabiliriz.
Yakın geçmişte, kaybolup giden birçok kısa dolanım süreli kuyruklu yıldız olmuştur. Yörüngesini 63/4 yılda tamamlayan Biela kuyruklu yıldızı, 1846 yılında ikiye bölünmüş ve 1852 yılından sonra bir daha görülmemiştir (Aslında kalıntılarını her yıl Kasım ayında yaşanan meteor yağmuru sırasında görüyorduk ama şimdilerde bu çok azaldı). Dolanım süresi 62 yıl olan Westphal kuyruklu yıldızı 1913’’eki dönüşünden sonra kaybolmuştur ve 1975 yılında geri gelmemiştir. Brosen kuyruklu yıldızı (dolanım süresi 5,5 yıl) da kayıplardan biridir; beş dönüşünde izlenen yıldız, 1879 yılından beri görülmemiştir.
Kısa dolanım süreli kuyruklu yıldızlar bu kadar çabuk kaybolduklarına göre, Oort Bulutu’ndan sürekli bir yeni yıldız çıkışı oluyor demektir. Peki ama yakınından geçen yıldızlar, bulutu yeterince sık etkiliyorlar mıdır? Oldukça uzaktalar; Alfa Centauri ile aradaki mesafe 40 trilyon kilometre kadar. Yani Güneş sistemiyle bir yıldızın yakınlaşma olasılığı inanılmayacak derecede düşük olmalı. Zaten sorun da buradan çıkıyor.
Bazı gök bilimciler kuyruklu yıldızların yıldızlar arası uzaydan geldiğini söylerler. Ancak böyle olsaydı Güneş’e şimdikinden daha yüksek bir hızla yaklaşmaları gerekirdi. Genel kabul gören kanı, onların Güneş sisteminin asil üyelerinden oldukları ve ana gezegenler oluştuktan sonra artan parçaları temsil ettikleri yönündedir. Benim fikrim ise –bunu ilk iddia eden ben miyim bilmiyorum, daha önce bir yerde rastlamış değilim ancak gözden kaçırmış da olabilirim tabii- Oort Bulutu’ndaki kuyruklu yıldızlar üzerindeki tedirginliği başıboş gezgen bir yıldız değil de, çok uzak ve büyük olasılıkla da oldukça büyük bir gezegen yaratıyor. Bu gezegen Güneş’in etrafında dairesele yakın bir yörüngede bulutun bulunduğu bölgede ya da çok dışmerkezli veya eğik bir yörüngede ediyor. İkinci durumda bulutun yanından ara sıra geçiyor demektir. Aynı şeyler Kuiper Bulutu için de söylenebilir.
Bunu bir kenara bırakıp gerçek X Gezegeni’ni bulma olasılığımıza dönelim.
Farklı fikirler var ama ben, Lowell’ın öngörüsündeki doğruluk payının, basit bir tesadüf olarak açıklanamayacak kadar yüksek bir ihtimal olduğunu düşünüyorum. X Gezegeni oralarda bir yerlerde. Çok soluk olsa gerek. Dolayısıyla onu, nereye bakacağımız konusunda en ufak bir fikrimiz olmadan bulma ihtimalimiz oldukça düşük.
Pickering’in X Gezegen kuyruklu yıldız ailesi fikri, 1950 yılında K. Schütte tarafından tekrar gündeme getirildi. Ona göre söz konusu gezegen Güneş’ten 11milyar km kadar uzaktaydı. Ancak Schütte’nin belirlediği alanda yürütülen fotoğraf araştırmaları bir sonuç vermedi. Daha sonra Rus gök bilimci H. Chebotaver’in 1972 ve 1975 yıllarında yaptığı araştırmalar da aynı şekilde olumsuz sonuçlandı.
1972 yılında, Kaliforniya Üniversitesi’nden J.A.Brady’nin, Halley kuyruklu yıldızının X Gezegeni tarafından tedirginliğe uğratıldığı iddiası çok büyük heyecan yarattı. Gezegenin kadrinin 13 veya 14 olduğu söyleniyordu ki bu yaklaşık Plüton’unki kadardır. Brady’ye göre gezegen Satürn’den üç kat daha büyüktü ve Güneş’in etrafında 464 yıl gibi bir sürede, diğer gezegenlere göre ters olan yörüngede dönüyordu. Belirlediği nokta, gök yüzünün kuzeyinde yer alan Koltuk (Cassiopeia) takımyıldızı içinde bir yere düşüyordu.
Bir çok gözlemci, teleskoplarına koştu; kameralarını hazırladı ve av üzerinde yoğunlaştı. Ama sonuç yine olumsuzdu. Sonradan yapılan yeni araştırmalar, büyük hayal kırıklığına yol açtı, çünkü Brady’nin hesaplarının pek de güvenilir olmadığı ortaya çıkmıştı. Ama doğru olsaydı da bu sefer, ters yönde hareket eden büyük bir gezegen kuramcıları ciddi sorunlarla karşı karşıya getirecekti!
Araştırmaların bir kolu da şu anda Güneş sisteminin dışına doğru gitmekte olan dört uzay sondasına (Pioner 10 ve 11 ile Voyager 1 ve 2) dayanır. Bu sondaların nerede olduklarını tam olarak biliyoruz ve hareketlerini dikkatle izliyoruz. X Gezegeni menzilleri içindeyse, etkisini farketmemek mümkün olacaktır. Şu ana kadar bu tür bir şeyle karşılaşılmadı. Bu da ya gezegenin var olmadığını ya da menzil dışında kaldığını gösteriyor.
Her şey bir yana, X Gezegeni’nin Uranüs ve Neptün üzerindeki olası etkilerini tekrar inceleyebiliriz (Artık Plüton’u göz ardı edebiliriz çünkü yörüngesi şu anda bile kesin olarak bilinmiyor). En ayrıntılı hesaplar, Amerika’da, Birleşik Devletler Deniz Gözlemevi’nden Robert Harrington ile Kaliforniya Jetli İtme Laboratuvarı’ndan James Anderson tarafından yapılmıştır. Uranüs’ün tedirginliklerini inceleyen Harrington, çalışması sonucunda, söz konusu gezegenin, Dünya’nın iki ya da üç katı büyüklüğünde, dolanım süresi 600 yıl, Güneş’ten o sıradaki uzaklığı 9,5 milyar kilometre civarında olduğunu iddia etmiştir.
Harrington’un belirlediği nokta, Akrep ve Yay takımyıldızlarının bulunduğu bölgeydi. Bu, araştırmayı olduğundan daha da bezdirici yapabilecek bir sonuçtu; çünkü o bölge, soluk yıldızların Samanyolu’nda en fazla bulunduğu yerlerden biriydi. Anderson ise hesaplamalarında hem Uranüs’ü hem de Neptün’ü göz önüne almamış ve ciddi tedirginliklerin 1810ile 1910 yılları arasında görüldüğü, o zamandan beri her şeyin normal gittiği sonucuna varmıştır. Eğere bundan X Gezegeni sorumluysa, sadece tek bir açıklama yapılabilirdi. Bir gezegen, sessiz sedasız kaybolup gidemezdi; demek ki oldukça dışmerkezli bir yörüngede hareket ediyor olmalıydı. Anderson gezegenin yörüngesinin 90 derece kadar eğik olduğunu, yani Dünya’nınki ile neredeyse dik açı yaptığını iddia ediyordu. Ayrıca dolanım süresinin 700 ile 1000 yıl arasında büyüklüğünün ise Dünya’nın beş katı kadar olduğunu düşünüyordu.
Hiçbir şey belli değil; X Gezegeni’nin keşfini büyük oranda şansa bağlı olduğunu kabul etmek zorundayız. Özellikle de Anderson’un öngördüğü gibi bir yörüngede ilerliyorsa; çünkü bu durumda varlığını tekrar hissedebileceğimiz kadar yakınımıza gelmesi için yüzyıllar geçmesi gerekecek demektir. Ancak sonuçta kesin olan bir şey var, o da dış gezegenlerin hareketlerindeki düzensizliklerin hâlâ açıklanmamış olması. Bana sorarsanız mantıklı tek cevap, X Gezegeni.
Zaman zaman ortaya olasılığı daha düşük görünen bazı başka iddialar da atıldı. Bunlardan biri, belli zaman aralıklarıyla Oort Bulutu’nun yanından geçen büyük bir gezegen olduğunu ve bu gezegenin Dünya’nın üzerine yolladığı kuyruklu yıldızların yüzlerce yıl süren bir bombardımana yol açtığını iddia ediyordu (Dinozorların soylarının tükenmesini buna bağladığını söylememe gerek yok sanırım). Ayrıca bir de eskiden Güneş’in eşi olan ölü bir yıldız olduğu yönünde bir iddia da vardı. Hatta bu yıldıza bir isim bile verilmişti: Nemesis. Uzaklığı ise en az iki ışık yılı olarak belirlenmişti. Ancak ortada hiçbir kanıt yok. Gerçek fikrimi soracak olursanız, bu ve benzeri iddialar fazlasıyla varsayıma dayanıyor, dolayısıyla şu anda onlardan daha fazla bahsetmenin pek bir yararı olduğunu sanmıyorum.
X Gezegeni bir gün bulunacak. Neye benzediğini bilmiyoruz. Bir dev olabilir; en azından Uranüs ve Neptün’ün küçük tedirginliklerini açıklamamıza yetecek kadar büyük olmalı. Ancak bugün için söylenebileceklerin hepsi bundan ibaret.