Derin Dünya (Komplo Teorisi)

Akşam saat dokuzda ışıkları söndürüp yaktığımız günleri hatırlıyor musunuz ? Hani Türkiye’deki derin ilişkilere itiraz ediyor ve sessiz protestomuzu komşumuzla birlikte omuz omuza gerçekleştiriyorduk. Sonra reklamlar geldi, ünlüler ekrana çıkıp “Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak” diyorlardı.

Kime karşı? Derin Türkiye’ye karşı.

Hepimiz inanmıştık buna. “Derin Türkiye” var ve bunlar demokrasiyi hiçe sayarak bizim adımıza karar alıp uyguluyorlar.

Peki kim bu Derin Türkiye?
Bir kurul. Askeriye, Mit, polis, siyasi, bürokrat ve bilmediklerimizden bir karma.

Amerika’daki 11 Eylül saldırısı Dünya’ya yeni bir sayfa açtı. Uzun süre bu saldırıyı kim tezgahladı diye tartışıldı. Acaba Amerika kendi kendisini vurdu, yoksa gerçekten küreselleşmenin tokadını mı yemişti.

Aslında neden olduğu çok önemli değildi. Mühim olan sonuçlarıydı.

Doğan bebek, şeytanın doğuşundan farklı değildi; Derin Dünya.

Aslında bu saldırılar öncesi Derin Dünya’nın dokuz aylık dönemi bile olmuştu.. İlk kararlarını Avrupa üzerinde aldılar. Acemiliklerinden dolayı Yugoslavya’nın parçalanışı sırasında karar alamadılar. Bu sırada Boşnaklara yazık oldu. Karışıklıkların sonlarında kendi çıkarlarına karar almaları gerektiğini anlayıp Kosova’ya yerleşmek için plan ürettiler, uyguladılar ve başarılı oldular. Avrupa’nın burnuna askeri üstlerini yerleştirdiler.

Son yirmi yıl içerisinde teknolojinin baş döndürücü gelişmesi ile Dünya küçük bir köy halini almaya başladı. Son on yıl içinde ise teknoloji ve bilginin kontrolü, üretimin önüne geçti. Eskiden üretimi olan güçlü iken yeni Dünya’da bilgi daha değerli oldu.

Bilgiyi ve teknolojiyi kontrol eden ve yönlendirebilen bu kurul ise 11 Eylül sonrası artık harekete geçti. Kurul üyelerinin hakimiyeti Anglosaksonlarda olmak üzere İngiltere ve Amerika’nın başı çektiği bir grup Dünya’nın yönünü değiştirecek seri kararları uygulamaya başladılar.

Sizlerin de izniyle Derin Dünya kurulunu bu yazıda artık D.D. olarak analım.

Tabii bu D.D., bizim Derin Türkiye gibi kararlarını gelişi güzel almıyor. D.D’nın arkasında harıl harıl çalışan ve senaryo üreten ekipler var. Bu ekipler kime ve ne amaçla senaryo ürettiklerini bilmiyor. D.D. ise bu senaryoları değerlendirip kendileri için en uygun olanını uygulamaya koyuyor.

Kosova’nın arkasından Afganistan geldi. D.D. bu kararında da kendi çıkarları için çok başarılı oldu. Avrupa’dan sonra Merkezi Asya’ya da çadırını kurmuş oldu. Afganistan başarısından güç alan D.D. için sıra Orta Doğu’ya gelmişti.

Küreselleşmenin askeri sonucuydu bu. Yeni Dünya’da uluslararası şirketler nasıl her ülkede mallarını satmaya çalışıyorlarsa D.D. de her bölgeye gücünü yerleştirmek zorundaydı.

Orta Doğu’daki en büyük üç ülke için senaryolar yazılmaya başlanmıştı bile; Irak, İran, Türkiye. Orta Doğu’da bu üç ülkeyi saymazsanız kim kalır ki geriye, nüfusları üç beş milyonu bulmayan kabilelerden başka. Bu kabilelerin haricinde orta güçte iki ülke var; Suriye ve İsrail.

D.D. nin arşivlerinden bu üç ülke için 1970’lerden kalan sonuçları alınmış bir senaryo vardı bile.

Şah Rıza Pehlevi’nin devrilip Humeyni’nin İslam Rejiminin İran’a gelmesi, Saddam’ın Irak’ın başına gelmesi, Türkiye’de askeri yönetimin ihtilali, İran-Irak savaşı ve Türkiye üzerinden bu iki ülkeye bol bol silah satılması.

Yetmişlerde gerçekleşen seri gelişmeler size gereğinden fazla tesadüfü gelmiyor mu?

2000’lerin senaryosu ise şu şekildeydi.

Türkiye’de; 1970’lerdeki jandarmalık görevi yine tekrarlanacaktı. Müslüman Türkiye’nin sol görüşlü yönetim tarafından ikna edilmesi mümkün olmadığından sivri dilli bir Kasımpaşalı D.D’nin vereceği bir eğitim için kapalı bir alanda -bir şiir bahane edilerek- eğitime alındı. Türkiye’de halkın tam desteğini alacak ılımlı Müslüman partinin temelleri atılmıştı bile. Türkiye’de halkın tam desteğini alacak hükümet, Orta Doğu’daki gelişmeler için şarttı.

D.D.’nin sabrı yoktu. Türkiye’deki üçlü koalisyon bir an önce dağılmalıydı. IMF ve küresel bankacılık kanalıyla ertelenmiş kriz tetiklendi ve arkasından kurtarıcı olarak Dünya Bankası’ndan sevimli bir Derviş geldi. Bu kişi Türkiye ekonomisinin yaralarına kor ateş basarak çözümler yarattı. Yaptığı her şey Türkiye için yararlıydı.

Kendi misyonu bittiğinde artık bu hükümet değişmeli fikri yine ilk ondan çıktı. Artık D.D. nin çıkarlarını korumasının zamanı gelmişti.

Türkiye’de olmaz oldu ve milletvekilleri kendi istekleriyle istifa etmeye başladılar. Hükümet düştü. Seçime giden Türkiye’de D.D. tarafından hapishanede eğitim görmüş, sapına kadar müslüman ve halkın kahramanı, büyük bir çoğunlukla yönetime geldi. Artık Türkiye, Büyük Orta Doğu projesi için hazırdı.

Irak’ta; D.D. Dünya’daki en büyük gücünü yani medyayı kullanıyordu. İş tamamen şova dönmüştü. Aslında Saddam Hüseyin ve ordusu çoktan kontrole alınmıştı. Fakat savaşı büyük bir muhabere göstermek için elden gelen yapılıyordu. Iraklı savunma bakanı işi çığrından çıkarmış, rol yaptığını o kadar belli etmişti ki Hollywood’dan kendisine teklifler yağmaya başlamıştı bile. Amerika ordusuna ve halkına küfür ediyordu. Böylece Amerikan halkını bu savaşın haklılığına biraz daha ikna ediyordu.

Irak içindeki tüm ayrımcılıklar ateşleniyordu. Kürt-Arap, Şii-Hanefi.

İran’da; İşe Irak’tan başlandı, çünkü İran savaşla alınabilecek bir ülke değildi. Orta Doğu ve balkanlarda devlet kültürü olan bir Türkiye bir de İran vardır. Avrupa’nın şımarık çocuğu Yunanistan’ın dahi temellerinde site kültürü vardır. Zaten terörist başı Apo’yu korumaya çalışırlarken çuvallamaları da devlet kültüründen yoksun olduğunu göstermedi mi?

Neyse biz yine İran’a dönelim. Toplam altmış milyon nüfus; yirmi milyonu Azeri kırk milyonu Farslı. Azerilerin hepsi Türkiye’yi örnek almış, televizyon aracılığıyla Türkiye’yi Türklerden iyi tanıyorlar. Zaten hem Faslıları hem de Azerileri Molla rejimi bunaltmış. Camiye giden neredeyse kalmamış. Yani rejimin sonlarına gelinmiş. Ülkeyi parçalamak ve kontrole almak için ilk önce öğrenci hareketleri başlatılacak. Ortalık karışınca o güne kadar hiç olmayan Azeri-Farsi çatışmaları da başlayacak.

İşte D.D. Türkiye’yi bu sırada devreye sokarak İran’daki Azerilerin Türkiye’yi yardıma çağırmalarını sağlayacaktı. Türkiye eli mecbur Tebriz’e girecek kendi kandaşlarını kurtaracak.

D.D. Irak’ı nüfusu kalabalık bir çapulcu topluluğu gördüğünden bu ülkeyi dublör kullanmadan almayı kafaya koymuştu. Hatta Suriye’yi de aynı kategoriye koyup, dişini bol bol gösteriyordu. Ama İran’a hiç bir zaman direk silah göstermedi.

D.D.’nin İran kozu Türkiye idi.

Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. Orta Doğu bin yıldır cadı kazanıydı. Hayat matematik değildi ve D.D. nin arkasında plan üreten ekip hep matematiksel düşünüyordu. Unuttukları en büyük unsur kültür ve tarihti.

Bu yüzden Irak’ta çuvalladılar.

D.D. planlarını değiştirmek zorunda kaldı ve geldikleri noktada İran operasyonunu askıya kaldırmak zorunda kaldı.

Orta Doğu’yu savaş ve entrikalarla değil, zihniyet değişikliği ile değiştirebileceğini görmek için D.D. ye Irak tecrübesi yeterli oldu.

Planlar değişti ve dolayısıyla Türkiye’nin de kaderi değişmişti.

Savaşması için güçlü bir Türkiye isteyen D.D., gelişen olaylar neticesinde Orta Doğu’ya model olacak güçlü bir Türkiye gerekliliğine inandı.

Artık Türkiye arkadan ittirilmeye başlandı. Zaten Türkiye’ye sorun yaratılmasa kendi potansiyeli korkunçtu. Yasalar AB ile uyumlu hale getirilmeye başlandı.

Avrupa, Orta Doğu ve dolayısıyla Dünya’nın tarihi yeniden şekilleniyordu. Başrolü ise tanıdık bir sima oynuyordu; Türkiye. Tabii yönetmen D.D.

D.D. den emir erine -İngiltere- plan iletilmişti bile.

Tony Blair “Bana Türkiye’ye destek emri geldi ama Allah bana günah yazmasın bu adamları Avrupa’ya almadan gideyim de suretlerini, yollarını, evlerini, yaşantılarını göreyim” diye düşündüğünden Türkiye ziyaretini yaptı. Berlusconi zaten D.D. ile organik bağı olduğundan Türkiye’yi görmeden çok sevmişti bile. D.D. nin Almanya içinde kontrolü altında bir çok Alman yönetici olduğundan Almanya’da çok zorluk çıkarmayacaktı. İknaya en çok ihtiyacı olan ülke şu sevişmekten başka bir şey düşünmeyen Fransızlardı. (yazıya biraz renk katayım dedim).

Blair’in Türkiye ziyareti dönüm noktasıdır. Hem Türkiye için, hem Avrupa için hem de Akdeniz ülkeleri için.
D.D. Türkiye’yi arkadan iteklemeye başlamıştı.

Türkiye’de on yıllardır olmayan oldu. Dış sorunlarına para harcamamaya başladı, askeriye devlet yönetimindeki gücünü azaltmaya başladı. Dünya’da en çok sıfırı bulunan Türk Lira’sından sıfırların atılacağı müjdesi geldi. Enflasyonsuz hayat görmemiş genç ve orta yaşlı nesil hayatında ilk defa tek haneli enflasyon görmeye başladı. Artık tek şey gerekliydi, o da dış yatırım. Canı defalarca Türkiye yatırımlarından yanmış yatırımcılar yoğurdu üfleyerek yemek istiyorlardı. Bunca iyi gelişmeye rağmen Türkiye’nin AB yolunda gitmesi onlar için çok önemliydi.

Türkiye, D.D.’nin babasının oğlu değildi ya.

D.D. nin bu işleri yapmakla amacı ve çıkarı neydi ?

Bunun nedenini ve yakında olacakları şimdi yazsam, bizim sitemiz için yararlı olmaz. Küreselleşmenin sonucu olarak bizimde fazla ziyaretçi sayısına ihtiyacımız var. O yüzden aşağıdaki soruların cevaplarını öğrenmek için keyfimin olmasını ve beynimin içindekileri yazmamı beklemek zorundasınız.

– Türkiye AB’ye girer mi?
– D.D.’nin Tükiye, Çin, Almanya, Kore politikaları arasında Türkiye’nin rolü nedir?
– D.D. Avrupa Birliği üzerinde ne planlıyor? Türkiye köstebek mi?
– D.D. ile uzaylılar arasındaki ilişki nasıl gelişti?
– D.D. ve fırıncının kızı!!! (bunu çok detaylı ve ayrıca anlatacağım)

Bir önce ki yazımızı bir çok soru ile bitirdiğimiz için “Ya iyi anlatıyorsun da, bundan sonra ne olacak bir de hele onu anlat” içerikli abuk subuk istekler gelmeye başladı.

“Ben nereden bileyim kardeşim” deme gibi lüksümüz de olmadığından iş yine başa düştü. Bir önceki yazıda nasıl işkembeyi kübradan salladıysak, bu yazıda da Allah ne verdiyse sallayacağız işte ne yapalım.

Derin Dünyanın yani kısaca D.D.’nin yakın gelecek planlarını anlamamız için öncelikle uygulama taktiklerini anlamamız gerekmektedir.

Dünya üzerindeki taktiklerin çoğu uzun süredir aslında Birleşmiş Milletler ve IMF üzerinden uygulanmaktaydı.

D.D. nin farkı işte burada.

D.D. “Birleşmiş Milletler” üzerinden uygulanabilecek taktikleri son derece modası geçmiş görmektedir. D.D. B.M. için adı üzerinde, nerede çokluk orada sıkıntı (?) olur diye düşündüğünden prosedürleri ortadan kaldırmış ve kararların sonuçlarını daha çabuk alacağı uygulamalara geçmiştir.

IMF hala güncelliğini yitirmemiş olsa bile şu anda uygulanan iki ayrı taktik var. Her iki uygulamada da hem uygulayıcının hem de Amerika’nın çıkarı var. Birincisi Bush Ailesi tarafından dillenen direk savaşlar, ikincisi George Soros başta olmak üzere Kapitalist misyonerler tarafından yönlendirilen sinsi ama kansız gelişimler.

Herhangi bir gazetede Bush Ailesinin herhangi bir ferdinin resmini görseniz altındaki yazı bir savaş ile ilgilidir.

Herhangi bir gazetede “Kim bu George Soros ?” başlığını görürseniz, yazının devamının iki şekilde gelişme ihtimali var. Ya dünyanın diktatörlükle yönetilen bir ülkesinde karışıklık çıkmıştır, ya da Soros, Bush ailesi için atıp tutmuştur.

D.D. nin yeni projesi BOP’tur. Büyük Ortadoğu projesi. İlk başta proje yalnız Orta Doğu için planlanmasına rağmen, projeye coğrafya olarak Kuzey Afrika, Kafkasya ve Merkezi Asya da dahil edilmiştir.

BOP’un aslında Türkçesi şudur: Diktatörlükle idare edilen ülkelere ya zorla ya da sinsice girilecek ve diktatörlük devrilecek. Bu sayede o ülkenin vatandaşları kapitalist hale dönüştürülerek, yeni pazar yaratılacak ve Dünya üzerindeki tüketim toplumunun nüfusu arttırılacak. Sonuçta, halklardan diktaya akan para artık Kapitalist devlere akmaya başlayacak.

Birinci Uygulama;
Siyonist kökenli taktik; Direk Savaş = Güç Bindirme
Alt başlık: Petrol zenginlerini, silah tüccarlarına yaranma, spekülatörleri sevindirme, ilaç sanayisine hizmet.

Bush Ailesi hakkında yazıp sizin kafanızı fazla ütülemek istemiyorum. Eğer bu yazıya hala tahammül edip buralara kadar okuduysanız zaten bu ailenin kim olduğunu, niye başa getirildiğini tahmin edebilecek bilgi düzeyine sahipsinizdir.

Sizin bu uygulamadaki dikkatinizi çekmek istediğim konu, bu uygulamanın kökeninde Yahudi felsefesi bulunmasıdır. Yahudilerin bu yanlış felsefeyi benimsemelerinin temel olarak iki nedeni var. Devlet kültürleri yok, ne kadar iyi tüccarlarsa o kadar kötü siyasetçiler. Tarihte kendilerine hep güç bindirilmiş, o yüzden kendi doğrularının da düşmana güç bindirme olduğunu düşünüyorlar.

Bu taktik içerisinde zerre kadar zeka belirtisi bulunmamaktadır.

Günümüzün dünyasını bir güneş sistemine benzetirsek. Siyasetin odağı yani sistemin merkezi Amerika’dır. Amerika’nın çevresinde dönen en büyük gezegen de İngiltere’dir. Diğer en büyük gezegen Avrupa Birliği’dir. Avrupa Birliği içerisinde en yüksek siyasetçi, Fransa’dır.

Avrupa Birliği’nin ekonomik gücü Almanya’yı saymıyorum çünkü Almanya’nın yapabildiği siyaset Balkanlar ve Adriyatik’ten ileriye gidememiştir. Ayrıca Almanya dünya savaşlarından yenik ayrılmasından dolayı siyasi açıdan avantajsız duruma düşmüştür. Japonya da aynı durumdadır. Ekonomik olarak Dünyayı etkileyebilecek bir güç olmasına rağmen siyasi olarak Dünyayı etkileme şansı yoktur.

Rusya da aslında Almanya ve Japonya’dan çok farklı değil. Onlar gibi kan dökülen bir savaşı değil, ekonomik savaşı kaybetmiştir. Ve Amerika’nın hakimiyetini, kapitalizmi kabul etmek zorunda kalmıştır. Son yüz yılda savaş kaybetmiş ülkelerin siyaset yapması çok zordur.

Dünyanın Çin’den korkmasının esas nedeni, hem hızlı ekonomik büyümesi hem de siyaset yapabilecek yarasız bir tarihe ve kabiliyete sahip olmasından kaynaklanmaktadır.

Dünya siyaset tarihinde bir de İran’ı sayabiliriz. Son elli yılda güçlü siyaset yapabilen İran, şu anda aynı konumda değildir. İran fiilen görünmeyen bir savaşı kaybetmesine rağmen bu savaşın sonuçları henüz ortaya çıkmamıştır. Yakın zamanda İran’ın en az elli yıl sürecek çöküş dönemi başlayacaktır. Bu çöküş de Türkiye’ye büyük fırsatlar yaratacaktır.

Koskoca Dünyada siyaset yapabilecek çok fazla ülke kalmadı. Amerika’nın bu afra tafrası ve kanunsuzca kılıcını savurma cüreti de bu yüzdendir.

Peki Türkiye bu siyaset evreninin neresine giriyor ?

Türkiye’nin durumu Almanya ve Japonya’dan biraz daha farklı. Osmanlı’nın yıkıntıları arasından savaşlar kazanarak çıkmış bir Türkiye. İmparatorluk çöküşü sonrası kurtuluş savaşını kazanmış bir Türkiye’den bahsediyoruz.

Ama yine de eğer İsrail olmasa Türkiye’nin de Dünya Siyaset Sistemi’nde yer alması mümkün olmazdı.

İsrail ve Türkiye birer gezegen değil uydudur. İsrail, Amerika’nın doğal uydusudur. Amerika, kapitali elinde bulunduran Yahudiler aleyhine bir uygulama yapamaz. İsrail’in Orta Doğuda kendisine yakın müttefiklere ihtiyacı vardır. Mısır’ın düşmanlığı, güç ve para ile susturulmuş hatta dostluğa çevrilmeye çalışılmıştır. Ama sonuçlar İsrail’in istediği düzeyde değildir.

İsrail’in bölgede en çok desteğine ihtiyaç duyduğu ülke Türkiye’dir. İsrail, Türkiye’nin ne çok güçlenmesini, ne de zayıf kalmasını arzulamaktadır. Türkiye, eğer güçlenirse güç İsrail’in aleyhine olabilir. Zayıf kalırsa da İsrail müttefiksiz kalır.

Bu yüzden İsrail, Türkiye’nin ne düşmanı ne de dostu ve aynı zamanda hem düşmanı hem de dostudur. Biraz karmaşık değil mi?

Türkiye, Dünya Siyaset Sistemi’nde İsrail ile birlikte Amerika’nın uydusudur. İsrail’den farkı, İsrail’in doğal, Türkiye’nin ise yapay uydu olmasıdır. Türkiye uydu olmak istemese de sağdan soldan gelen değnek darbeleri ile yörüngeye oturmaktadır. Yörüngeden çıkınca yine bir kaç değnek darbesi ile uflaya puflaya yörüngesine girmektedir. Dünya siyasetinde Amerika’nın ve İsrail’in lehine fakat Türkiye’nin aleyhine gelişecek olaylar karmaşa yaratır.

Tıpkı, şu an olduğu gibi. Kürdistan’ın kurulması, Dünya Siyaset Sistemi’nin matematiksel ve fiziksel dengesine aykırıdır. Kürdistan’ın kurulması İsrail ve Amerika’nın çıkarına gözükmesine rağmen Türkiye’nin zararınadır. Bu da siyaset sistemine aykırıdır. Fakat başta dedik ya Yahudiler ticarette kullandıkları zekanın zerresini siyasetlerine yansıtamamaktadırlar.

Çünkü siyaset için sadece zeka değil, devlet kültürü ve tarih gerekir.

Yazımızın temeline geri dönelim. Bundan sonra ne olacak ?

D.D.’nin Yahudi ve askeri destekli uygulamasının devam etmesi, Dünya için son derece tehlikelidir. Dünyada yakında gelişecek kanlı sonuçların çoğu bu uygulamalardan kaynaklanacaktır.

Soru bu taktiğin yanlış olduğunu D.D.’nin ne zaman kabulleneceğidir. Çünkü kabul edene kadar, İran, Suriye, Lübnan ve belki de Türkiye bu şiddetten nasibini alacaktır. Hatta süreç uzarsa önce küçük, sonra da büyük çaplı nükleer güç kullanımı söz konusu dahi olabilir.

Benim kişisel tahminim ve arzum en kısa zamanda bu uygulamanın sona ermesidir. Bunu istememin temel nedeni tabii ki daha fazla insanın ölmemesini istemeyişimdir. Bunun yanı sıra bu uygulamanın Türkiye için son derece zararlı olabileceğini düşünüyorum.

Bush Ailesi’nin yönetimden gitmesi bu uygulamanın sonlanması için yeterli değildir. Zaten bu uygulamanın temelleri Reagan döneminde atılmıştı. Küçük Bush uygulayıcı konuma geldi.

Bu uygulamanın sonlanması D.D. içerisinde gerçekleşecek güç kavgasının sonucunda olabilecektir. D.D.’nin içerisinde de güç dengeleri mevcuttur.

Ara veriyorum, inanın bana acayip gaza geldim ve sıkı sallamaya başladım. İnanabiliyor musunuz D.D.’ nin içerisindeki dengeleri bile irdeliyorum.

(Devam) D.D. içerisinde Siyonist-Askeri güçler ortaklığına karşı Anglosakson-Kapitalist ortak güçler dengesi bulunmaktadır. Eğer Siyonist-Askeri güçler D.D. de kendi uygulamalarını devam ettirirlerse, bu dünyaya daha fazla çocuk yapmanızı hiç tavsiye etmem.

Bu uygulama güçlenirse Orta Doğu kan okyanusuna dönüşür. Ayıbını örtemeye çalışabilecek güç bindirme uygulaması siyonist misyondan bağımsız Orta Doğudan başka coğrafyalara yayılırsa dünya yaşamak isteyeceğiniz son gezegen haline gelebilir.

İkinci Uygulama;
Kapitalist hücum = Tüketim toplamı yaratmak için diktatörlerin yok edilmesi.
Alt Başlık: Uluslararası şirketlerin toplumları sömürebilmesi için daha uygun bir ortam yaratılması.

Diğer yandan Anglosakson-Kapitalist güçlerin uygulamaları son derece akılcı ve sistematiktir. Zeka sahibi bu güçler, aynı güce hizmet etseler de siyonist girişimlerin ne kadar zekadan yoksun olduğunu ve yanlış yolda olduğunu gördüklerinden çenelerini tutamazlar.

İşte bu yüzden George Soros ara sıra ortaya çıkıp Bush karşıtı demeçler verir. Adamın zihni o kadar açık ki olanı biteni rahatlıkla görüyor. Ayrıca şunu da görüyor, kendisi ve arkasındaki grup ne kadar doğru yolda yürüse de Siyonist grubun yürüyüşü devam ettikçe kendi ekibinin yaptığı doğrular da çok fayda getirmeyecek.

Zaten olanı biteni fazla göremeyen Bush, George Soros hakkında çok fazla da polemiğe girmiyor. Fazla bilmek üzüntü yaratırmış. Bush bilgisizliğin mutluluğu içindeyken, George Soros bilginin mutsuzluğu içerisinde.

Şimdi de George Soros başlığı altında Anglosakson-Kapitalist güçlerin uygulamalarını anlamaya çalışalım.

Bir seri katil vakasını düşünün. Polislerin bu katili bulması için öncelikle olaylarda benzerlikleri yakalaması lazım, sonra nedenlerini araştırması lazım.

Sırasıyla; Çin, Rusya, Türkiye, Ukrayna, Gürcistan, Kırgızistan’da gelişen olayların sonucunda yönetimler ve sistemler değişti ve Amerika yanlısı güçler iktidara geldi. Bunların hepsinin beyni aynıdır. Katil arkasında hep aynı izi bıraktı. Sonuçlar hep kansızdı. Bu ülkelerde olan gelişmelerde neredeyse hiç kan akmadı.

Arkasında hep kan bırakan seri katil, ilk defa kansız gelişmelerden dolayı yakayı ele veriyordu (burada hikayeye gizem kattım).

Yukarıda değişime uğrayan ülkeler listesine Lübnan ve Suriye’yi katmadım, çünkü Lübnan’da Hariri’nin öldürülmesiyle an az kan ile Lübnan ve Suriye’de değişiklikler yaşanmasına rağmen yine de Hariri öldü, yani kan aktı. Bu yüzden bu olay daha çok CIA’nin veya MOSAD’ın elinden çıkmış bir iş gibi duruyor. Bu olay ile D.D. içerisindeki Kapitalist-Anglosakson grubun ilişkisi olduğunu düşünmüyoruz.

George Soros’un geçmişini anlatıp yine sizin canınızı sıkmak istemiyorum. Zengin, zeki bir Kapitalist diyerek özetleyelim. D.D. içerisindeki Anglosakson-Kapitalist güçlerin tetikçisi.

Adamın yaptığı temel olarak iki ayrı faaliyet var. Birincisi para kazanmak, ikincisi para harcamak. Para kazanan ekibi ile para harcayan ekibi tamamen birbirlerinden bağımsız. Öyle ki aynı ülkede yaşayan iki ayrı grubun birbirleriyle fazla görüşmeleri bile istenmiyor.

Para kazanan grubu, şirketleri satın alıyor, daha karlı hale getiriyor ve satıyor. Ya da parasına para katabilecek sermaye piyasalarında aktif hale geliyor. Bizi para kazanan tarafı pek ilgilendirmiyor.

Esas ilginç olanı para harcayan tarafı.

Dünyanın bir çok ülkesinde parasını harcamaya yönelik olarak “Açık Düşünce Vakfı” kuruyor. Bu vakıflar bulundukları ülkede bir çok faaliyette bulunuyor. İnanın bana aklınıza gelmeyecek incik boncuk faaliyet bunlar. Ama esas amaç adı üstünde toplumun düşüncesini açmak.

Yani üzerinde para harcanan toplum düşünsün “Baba biz niye bu durumdayız, tek suçlusu bizim başımızdaki dikta” sonucunu bulsun, sonra örgütlenip (tabii örgüt aşamasında çok fazla yardım görmeleri çok olası) baş kaldırsınlar.

Çin’de tankın karşısında ölüme duran ve tankın yolunu değiştiren genci hatırlar mısınız. Çin’in kansız değişimini başlatan olayları. Yıllar sonra öğrendik ki Soros’un Çin’deki fonları bir milyar dolar para harcamış.

Rusya’da olanları hatırlamakta güçlük çekebilirsiniz. Bir kaç kansız değişimle Rusya yönetimler değiştirdi. Yeni yönetimler sonucunda Rusya, tüketim toplumu haline dönüştü. Arkasından Derin Dünyanın Derin Devlet (Türkiye) ile ortaklaşa düzenlediği operasyon geldi ve üçlü koalisyon bozularak Derviş uygulamaları ve Ak Parti başa geldi (bakınız bir önceki D.D. yazım). Sonra Gürcistan’da olmaz oldu. Gürcistan’ın dengeleri değişti. Daha sonra Ukrayna’da fitiller ateşlendi ve Amerika destekli yönetim başa geldi. Ve hemen daha sonra yine kansız bir darbe ile Kırgızistan devlet başkanı ülkesinden kaçmak zorunda kaldı, yeni gelen yönetim ise şaşılacak (!) bir şekilde Amerika hayranı çıktı.

Bu gelişmeler sıradaki kim sorusunu akla getiriyor. Bunu bilmek için müneccim olmaya gerek yok. Soros vakıflarının şu anda en çok para harcadığı ülkeyi araştırın bulursunuz. Doğrusu ben o kadar kafayı yemediğim için böyle bir araştırma yapmadım, zaten araştırmacı gazeteci gibi bir idealimiz de yok. Biz sadece gördüğümüzü yazıyoruz.

O yüzden sıradakileri gözlemlerimiz doğrultusunda yazabiliriz. Risk sırasıyla; İran, Türkmenistan, Özbekistan, Azerbaycan, Ermenistan ve Kazakistan. Sizleri duyar gibiyim, kim kaldı geriye diye soruyorsunuz.

BİTTİ………………………….

Ercan Karaefe

altay

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir