İki Türk Askerin Hatıraları
İKİ TÜRK ASKERİNİN HATIRLATTIKLARI
BU BİR OSMANLI SAVAŞ FERMANIDIR.

Daha çok değil yirmi yıl öncesine kadar çocuklarını uyuturken bile bu millet, aşağıdaki gibi ninni söylemezmiydi?
“Uyusun da büyüsün nenni…
Vatanına, Milletine, Dinine, Devletine,
Hayırlı bir evlad olsun nenni…”
Bebek konuşacak gibi olunca ne derlerdi?
— “Allah!” de, hadi yavrum… Allah, Aaaallaaah!… Allah!…
Evet, analarımız, babalarımız, şimdi beğenmiyoruz ya, cahildiler, okul görmediler, ama bizi büyütürken iman, inanç ve milli mefkûremizi ihtiva etmeyen, değerlere yabancılığı bir yana bırakın; “-Büyüsünde kendini kurtarsın.” iffetsizliğine hatta ihanetine hiç düşmediler.
Kimi kimden kurtarıyoruz? Şöyle bir cehaletin içine nasıl düşürüldük… Düşünün; çocuklarımız hayatlarını maişet, rızk, dünyevilik hususunda rahat geçirsinler de bu nasıl sağlanırsa sağlansın.. Oğlumuz yâda kızımız kötü bir namla hayatını geçiriyor, ne gam? Hani diyorlar ya gerinerek birileri, “ Üç gün p….venk, derler, üç gün sonra işadamı diye önünde ceket düğmelerler.” Ya da “Benim memurum işini bilir.” Misaller artırılabilir. Şimdi sizlere nereden nereye geldiğimizi resmedeceğim.
Yıl 1912. İngilizler Hindistan’ı işgal eder, Hindistan Kralı Osmanlı’dan yardım ister. Yıllardır savaş içinde olan Osmanlı bu yardım isteğini karşılıksız bırakmaz ve 350 kişilik bir askeri birliği gemiyle Hindistan’a gönderir. 350 kişilik birlikten 20 kadarı hastalıktan yolda şehit olur, kalan 330 Osmanlı askeri Hindistan’a çıkarlar ve İngilizlerle savaşmaya başlarlar. (Peki, bunlardan geriye, evine dönmeyi düşünen varmıdır? O bilinmeyen Hindu memleketlerine giderken neler düşündüler? Tefekkür edelim bakalım.)
Mühimmat açısından kısıtlı olan Osmanlı askerleri bir kaç günlük mücadeleden sonra teknolojik donanıma sahip İngiliz askerleri karsısında yenik düşerler ve 40 kadarı esir alınır, diğerleri de buradaki muharebelerde şehit olurlar. Muharebeler bittikten sonra bu 40 Osmanlı esir askerini, İngilizler gemilerde çalıştırmaya başlarlar. Bir İngiliz gemisi Avustralya’ya geldiğinde, esir iki Osmanlı Askeri gemiden bir yolunu bulup kaçarlar.
Bir süre sonra, Avustralya’da bu iki askerden Karadenizli ve adı Menteşoğlu Abdullah olan baba mesleği dondurmacılığa, ikinci asker Karahisar diyarından Tarakçıoğlu Mehmet de baba mesleği kasaplığa başlar.
Gün gelir, 1918’de Avustralya Çanakkale’ye asker çıkarır ve bizim iki eski Osmanlı Askeri olayı duyarlar ve hemen buluşur, durum değerlendirmesi yaparlar.
Biz Osmanlı askeriyiz ve Avustralya’da yaşıyoruz. Avustralya devleti Osmanlıya savaş açmış ve bizim ülkemizi işgale gitmiş, bundan dolayı biz de Avustralya devletine savaş açalım derler. Alırlar kâğıdı, kalemi ve yazarlar:
“Sayın Avustralya Başkanı, Ekselans Hazretleri,
Biz iki Osmanlı askeri, ülkenizde bulunuyoruz. Duyduk ki, devletimiz Osmanlıya Avustralya devleti olarak savaş açmış ve Çanakkale’ye asker göndermişsiniz. Bundan dolayı iki Osmanlı askeri olarak biz de Avustralya devletine savaş açmış bulunmaktayız.
Bu bir “Osmanlı Savaş Fermanı “dır. Ekselanslarının bilgilerine sunulur.
Karahisar diyarından Tarakçıoğlu Mehmet,
Karadeniz diyarından Menteşoğlu Abdullah.”
İki Osmanlı askeri, Sidney’ in 250 km uzağında Karlıdağlar denilen bölgede önce dönemeçlerdeki tren raylarını sökerek üç Avustralya trenini devirirler. Üçüncü trende askeri mühimmat bularak silahlanırlar. Ayni bölgede 8 karakol basar ve karakollardaki askerlerin tamamını vururlar.
Ne olduğunu bir türlü çözemeyen Avustralya devletinin sonunda iki Osmanlı Askerinin yazmış olduğu mektup akıllarına gelir ve bölgeye 250 kadar asker gönderirler…
İki Osmanlı Askeri araştırılmaya başlanır. Birkaç günlük araştırmadan sonra Avustralya’nın göbeğinde Avustralya askerleri ile bu iki ecdadın sıcak çatışması olur. Sonları kendilerince de malum olduğu üzere, iki Osmanlı askeri bu karlı dağlarda şehit edilir.
Şu anda bu iki Osmanlı askerinin mezarı Sidney’e 250 km uzakta Karlıdağlar’ da ve mezarlarında fotoğraf çekilmesi yasak. Avustralyalılar iki Osmanlı Askeriyle savaştık demek zorlarına gittiği için bu askerlerimize Hindistan asıllı diyorlar. Oysa Hindistan’da ne Karahisar diyarı, ne de Karadeniz diyarı diye bir bölge yok.
Bu bilgi Hindistan büyükelçiliğinin açıklamasından çıkarılmıştır.
Vatan Sevgisi, Millet Sevdası….. Öyle lafla olamazmış demek. Hani birilerinin aşağılamaya yeltendiği Osmanlı, yıkılırken bile ne ruh vermiş değil mi askerine… Bırakın devrin subaylarını bir yana, O çarıklı Erkan-ı Harp (Kurmay Subay) dediğimiz Erler bile hangi yüksek Aile Terbiyesi, Milli Ruh, Milli Sorumluluk ve bilinçle yetiştirilmiş, düşünelim bunu da.
Yeri gelmişken şunu da hatırlatmak isterim. Bu askerleri yetiştiren dönemin genç subayları ve İstiklal harbini yapan kadrolar Osmanlının Harbiyesinde yetişmiş subaylardır. Hatta Gazi M. Kemal ve devre arkadaşları ince siyaset sahibi olup, hain kesimlerin Marangoz ve (Ermenilerle Yahudilerle ağız birliği etmişçesine) “Kızıl Sultan” diye rencide etmeye yeltendiği ll. Abdulhamid Han’ın Harbiyesinden ve Harp Akademisinden mezundur beyler…
Unutmayın!…
Milletlerin tarihi süreklilik arz eder. Hiçbir şey tarihte yok edilemez, hiçbir şey de gökten zenbille inmez…
Milleti tarihi ile çatıştırmak ihanetin ta kendisidir. Dedelerine, soyuna hakaret eden, babalarını red eden oğullara ne denir beyler? Ayrıca; “Kendi geçmişlerine direnenler, başkalarının geçmişlerini dilenirler.”
Barışacağız… Dinlediğimiz, okuduğumuz her Ecdad Hatırasında Milletimizin değerleri ile barışacağız. Barışmazsak ne mi olur? Irak Halkının şu an ki zor durumundan daha kötü durumlara düşeriz.. Ülkemizde şu an devam eden kültürel yozlaşmaya bir bakın. Artık Milli eğitimimiz ve terbiyemiz, Medya aracılığı ile; M. Ali Erbil, Seda Sayan, Kuşum Aydın, Hülya-Kaya Avşar, Ejder gibi kanaat önderlerince şekillendiriliyor. Bu insanların eğittiği toplumla, hedef kitleleri olan Ev Hanımı anneler ve onların yetiştirdiği evlatlarla ne yapabileceğinizi zannediyorsunuz?
Beyinlerini emperyalizmin her türü için boşalttığınız Müslüman Türk Milletinin şimdi yukarıdaki insanlar aracılığı ile gönülleri de boşaltılıyor. Bize karşı uygulanan düşmanlık, artık açık ve aleni harp değil, PSİKOLOJİK HARP’tir. Bunun özünde de fiili işgal yok, peki ne var?
– Fikri terör ve boşluk,
– Ekonomiyi bozup muhtaçlaştırarak, gelecek korkusu oluşturmak,
– Direnç kırma, kendine, Milletine karşı, devlete ve kurumlarına karşı güvensizlik,
– Dönüştürme ve kendi medeniyetlerine, hayâsızlıklarına uyumlu hale getirme, nemelazımcılık,
– İnançların sorgulanmasını sağlama, inançları değişik vesilelerle bozma, oluşan boşluğu misyoner faaliyetlerle doldurma
Sonuç; Fiili işgal…
“TİTREYİN VE KENDİNİZE GELİN.” ABD ile komşu oldunuz. Unutmayın; “Yılanla çuvala girilmez.” Lozan’ı bile hazmedemeyen ABD ve AB’nin mimarları, sizin redd-i miras yaptığınız geçmişinizi unutmadı. Unutmaz.. Ne olur Çağdaş Mankurtlar siz de hatırlayın geçmişinizi… Şanlı bir maziniz, kahraman ve adil dedeleriniz vardı.
Halil MERT