Kendini Vermek Ne Demek?
Kendimizi bir şeye hakkıyla verememenin bir suç olduğunu, görünmez bir şiddet Doğurduğunu ve bizi giderek insanlığımızdan uzaklaştırdığını düşünüyorum epeydir.En çok da kendini bir başkasına veremeyen, hatırını sorma zahmetinde bile bulunmadan kendini haykırmaya başlayan, es kaza sizi yorduklarını fark ettiklerinde yine size yüklenen insanların arasındayken düşünüyorum bunu.
Hayat öyle çok şey talep ediyor ki hepimizden. Hiçbir şeye yetemiyor, yetişemiyorsunuz. Fakat ne oluyorsa oluyor, eğer karşınızdakinin ille size uğramadan geçip gitmesini istemiyorsanız, kendinizi haykırmak düşüyor size: Çok yoğunum. Çok meğgulüm. Sabahlara dek çalışıyorum. Demeniz gerekiyor. Bıkmadan.
Bunu öyle çok renkli bir biçimde detaylandırmanız ve değişik verilerle bezemeniz gerek ki sonunda sizin çevrenizde saydam bir tabaka oluştursun. Ve artık insanlar size bakar bakmaz anlasınlar ne kadar yoğun olduğunuzu, ne çok önemli iş yaptığınızı. Ve nasıl da hiçbir şeye vaktiniz olmadığını.
Ya kendini anlatma konusunda ketum biriyseniz, ya kendinizi anlatma becerisine sahip değilseniz ne olacakı Benim bu noktada sana söyleyecek tek bir sözüm var sevgili arkadaşım. Ne yazık ki bu da sana yetmiyor: Düşünüyorum.
Mesela seni ve insanlığımız düşünüyorum. Bana meseleni anlatırken on parmaşımla, beğ duyumla, görünmez duyarlılıklarımla veriyorum sana kendimi. Odaklanıyorum. Ah bu beni nasıl da yoruyor bir bilsen. Ama elbette söylemiyorum. Öyle yoğunum ki düşünmekle. Keğke benim söylemeden söylediklerimi anlayacak kadar versen kendini. Bir sözüme, bir sessizliğime…
Sormazsan sen eğer, ben susmayı sürdüreceğim. Söyleyecek çok şeyim var kendime dair. Ama seni işgal etmemek için, sana saygı duyduğum, vaktinin önemini bildişim için susuyorum. Gelgelelim sen beni yok sanıyorsun bu suskunluğumla. Kendimi senin kucağına hazırlop bir televizyon dizisi gibi, çok açık ve net yazılmış, teğbihi, dolayımı olmayan bir metin gibi bırakmam mI gerek illeğ Beni ben olarak alamaz mIsın elineğ Kucağına
Uykusuzum çok. Yazmaktan ve okumaktan başımı kaldıramıyorum. Ama en çok da detayları izlemekten ve düşünmekten yoruluyorum. Aceleyle yapmam gereken işler birikmiş. Yetersizlik hissetmeyeyim diye çok fazlasıyla verdim yine kendimi sana. Eksiklişimi, telaşımı duymayasın diye.
Elbette seni dinlerken bende de biraz anlaşılma beklentisi oluşmuştur. Ama sadece bu değil. Sana kendimi vermek, bende olan bir şeyi sana vermek demek biraz da. Sevgim kendimde kalırsa nefsimi kuşatır. Sana ait oysa bu sevgi. Mutlaka hedefine saplanmak ister ok. Bu kadar yoğunluk içinde de olsam. Seni dinleyeceğim. Ve isteyeceğim ki, sadece bu kadar uzun dinlemekle bile sana kendi benlişimden çok kıymetli bir şey armadan ettiğimi anlayasın.
Saniyeler, dakikalar akar, akar… Nihayetinde senin benden istedişini yapmaya devam etmekteyimdir. Eriyerek. Senin derdinde. Sana istedişin tüm sözcükleri vermeye çalışarak. Bir türlü raz? olmuyorsun. Başka bir şey istemektesin. Alfabenin her harfinden yeni bir sözcük üretecek durumda değilim ama sabırla deniyorum. Anla artık bu da benim ben olma halim. Evet sana dönük olarak tüm olanaklarını zorlamayı denedim sözcüklerimin. ?lle ne yaptığımın altın? çizmem mi gerekiyor, ne yaptığımı anlaman için?
Daima haklı olan, haklı olma hakkını sabit bir biçimde kendinde barındırdı?ına inandığı için de sık sık hakk? yenen birine ‘hayır, yanlış anladın’ denir miş Sizi kırdı?ın? fark edebilir mi böyle biriş K?rıldı?ınız? görüp yine size kızacaktır. Onun ‘hakkı yenmiş kişi’ olma rolünü elinden almışsınızdır, bir haksızlık da siz ona yapmışsınızdır. Onun sizden bekledişi en fazla bu kadar. Kendini size verdişi kadar.
Çocukken yalnızlığın bir ceza olduğunu düşünürdüm. Suçluluk duyardım. Yalnızlığın insanı daima kendinde tutan, kendine hapseden, çarkın dışına fırlatmadan hep onu onda ö?üten dişlilerinden kurtulamazdım. Yıllar geçtikçe yalnızlığın bir tür takdir olduğuna vardım. Çok büyük bir suç işlemiş olmalıydım böylesi bir ‘görünmez şiddet’e maruz kaldığım için.
Yalnızlığı bilenlerin kendini başkalarına verme konusunda müthiş bir meleke geliştirdiklerine hep tanık olmuğumdur. İçimdeki bu suçluluk duygusunu, hep kendimi başkalarına vererek, çok ama çok vererek atmaya çalıştım ben de. Bağlanma ihtiyacıydı bu aslında. Kendimi başkalarında erittiğimde onlar tarafından bağlanacağımı sanırdım. işlemedişim suçların karşılığında.
Hep suçlu kaldım bu yüzden. Suç işlemeden suçluluk duygusuyla tanışmışsanız, sonradan kendinizi affettirmeniz giderek zorlaşır. Suçluluk duygusunu insan o kadar kendine mal eder ki, onu o kadar kutsar ve kendine ait kılar ki, kendi suçluluşunu Tanrı’dan başımsız hale getirir. O’ndan başımsız bir şey yoktur oysa. Daha sonraki yıllarda anlarsınız.
İşte bu iman noktasına yaklaştığınızda, ancak O’nun tarafından ‘bağışlanabilir’ olduğunuzu duyumsarsınız. Yalnız O’nun merhametine sIşınırsınız. Gereksiz yüklerden, benlik kutsayıcı molozlardan arınırsınız giderek.
Ve artık sizi bir hazır yemek kıvamında, ancak acıktığında tabaşında isteyenlere karşı yetersizlik veya suçluluk duymazsınız bir daha. Ah keğke seninle benim aramdaki olaşan sonsuzluklar seni de bende tutsaydı, birazcık daha.