Hücre Yapısına Genel Bakış

HÜCRE YAPISINA GENEL BAKIŞ

    Genellikle bir hücre; a. sitoplâzmik zar, (b). sitoplazma,(c). çekirdek (nükleus) adları alan üç ana kısımdan meydana gelir. Protoplazma, bu üç bölümün teşkil ettiği bütünlüğe verilen addır. Aşağıdaki basit hücre şemasında görüldüğü üzere sitoplazma gayet ince kanalcıklara sahiptir. Bu kanalcıklar sistemine ENDOPLAZMİK RETİKULUM denir. Şemada da (Şekil l) görüldüğü üzere, bu kanalcık sistemi sitoplâzmik zardaki delikçikler aracılığı ile dış çevreyle bağlantı halindedir.

    Diğer taraftan, çekirdek çeperindeki delikçikler vasıtasıyla da çekirdek içi ile bağlantı sağlanmıştır. Hücrenin bir bütün halinde ve düzenli olarak çalışabilmesinde, bu ulaştırma sisteminin rolü çok önemlidir.

    Kimyasal yapı itibariyle protoplazmada başlıca şu bileşikler görülür:

    l. Su (%50-90), 2. Organik bileşikler, 3. İnorganik bileşikler ve bunlardan bir kısmının iyonlara ayrılması sonucu meydana getirdikleri anyon ve katyonlar.

    Protoplazma, su içinde dağılmış organik ve inorganik materyallerin meydana getirdiği bir karışık çözelti durumundadır. Bu çözelti hem kolloit, hem de kristalloit (*) eriyik özelliği taşır.

    Çeşitli bileşiklerin hücreye giriş ve çıkışları sitoplâzmik zar aracılığı ile olur. Sitoplâzmik zar 70 -140 Angstrom kalınlığındadır. Zarın çatısını, daha doğrusu iskeletini protein molekülleri meydana getirir. Protein molekülleri arasındaki boşluklara kısmen veya tamamen, lipit (yağ) molekülleri yerleşir. Aralarda kalan boşluklar ise sitoplâzmik zarın delikçiklerini (Porus) teşkil ederler. Sitoplâzmik zarın, madde giriş çıkışındaki rolünü daha iyi anlayabilmek üzere önce, cansız zarlarda görülen geçirgenlik özellikleri üzerinde kısaca duralım.

    Filitrasyon: İçine filitre kağıdı yerleştirilmiş bir huniye kıristalloit bir çözelti dökelim. Hunideki çözelti, ağırlığının meydana getirdiği basınçla (Hidrostatik basınç), filtre kağıdı delikçiklerinden tamamen geçerek, alttaki kapta toplanır. Bu defa filtre kağıtlı huniye bir süspansiyon çözeltisi boşaltalım. Çözeltinin su kısmı yine hidrostatik basınçla alttaki kaba geçer. Bu geçiş sırasında, basınçla ilerleyen su molekülleri, çapları ufak olan dispers parçacıklarını da sürükleyip alttaki kaba iletir. Çapları filtre kağıdı delikçiklerinin çaplarından iri olan dispers parçacıklar ise, filtre kağıdı üzerinde toplanırlar.

    Kılcal kan damarlarından çevredeki hücrelere su geçmesinin, bazı hallerde ufak mikropların geçmesinin bir yolu da budur. Yani filitrasyon esasına dayanır. Ancak, burada hidrostatik basıncı daha etkili hale koyan, kalbin pompalama faaliyetidir.

    Difüzyon: Aralarında geçirgen bir zar bulunan iki sıvıyı inceleyelim. (Şekil 2) Sıvılardan biri saf su, diğeri ise tuzlu su olsun.

    b kabında bulunan tuzlu sudaki tuz moleküllerinden bir kısmı, hiç tuz olmayan a kabına doğru geçmeye başlar. Diğer yönden a kabında, birim hacimde daha fazla şu molekülü bulunmaktadır. Bu sebeple a kabındaki su moleküllerinden bir kısmı da b kabına doğru geçmeye başlar. Bu geçiş her iki taraftaki su ve tuz oranı eşit hale gelinceye kadar hızla devam eder. Bu olaya difüzyon denir. Difüzyon; geçirgen bir zarla birbirinden ayrılmış iki moleküler çözelti arasında molekül alış verişi yapılarak her iki ortamda da mevcut moleküllerin, eşit oranlarda dağılmasına yol açar. Geçiş daima, daha fazla oranda bulunan moleküllerden, o moleküllerin daha az veya hiç bulunmadığı ortama doğru olur.

    Kandan hücrelere, hücrelerden kana bir kısım moleküllerin geçişi, difüzyon denilen bu olaya dayalıdır.

    Osmoz: Şekilde (Şekil 3) görüldüğü gibi, sadece su bulunan a kabı içine, tuzlu su bulunan ve tabanında tuz moleküllerini geçirmeyen yan geçirgen bir zar gerilmiş b kabını daldıralım. Difüzyon esasına göre, a kabındaki su molekülleri yoğunluğu daha fazla (°/o 100) olduğu için b kabına doğru geçmeye başlar. Buna karşılık b kabındaki tuz molekülleri de, hiç tuz molekülü olmayan a kabına doğru geçmek isteyecektir. Ancak b kabı tabanındaki zarın deliklerinin çapları, tuz molekülleri çaplarından ufak olduğu için, a kabına geçemezler. Geçiş sadece a kabındaki bir kısım su moleküllerinin b kabına girmesi şeklinde, tek yönlü olur. Başlangıçta hem a ve hem b kaplarındaki sıvı seviyeleri aynıdır. Bir süre sonra ise bu tek yönlü geçiş sebebiyle, b kabındaki sıvı seviyesi git gide yükselir. Yani c borusu içinde yükselmeye başlar. O halde su molekülleri c borusundaki sıvının b kabı tabanına yaptığı hidrostatik basınca rağmen, b kabına geçebilmektedir.

 Ancak c borusundaki sıvı yükselmesi belli bir seviyeye ulaşınca suyun b kabına geçişi durur. Artık, b kabı tabanı iç yüzeyine yapılan hidrostatik basınçla, bu taban dış yüzeyine yapılan ve su moleküllerini b kabı içine sokmaya çalışan osmotik basınç eşit hale gelmişlerdir. Osmotik basıncın azlığı veya çokluğu b kabındaki çözeltideki tuz miktarının azlığı veya çokluğu ile doğru orantılıdır. Daha genel bir ifade ile, osmotik basınç; diğer ortama geçemeyen moleküllerin fazlalığı nispetinde yüksek olur. Diğer ortama geçemeyen moleküller, bulunduktan ortama bir emme kuvveti kazandırırlar. Buna osmotik emme kuvveti denir. İşte osmotik basıncın kaynağı bu osmotik emme kuvvetidir, (bir molgram tuz veya şeker veya başka çeşit bir bileşik alınarak, l litre suyla moleküller çözelti yapılırsa bu çözelti daima 22.4 Kg. lık bir emme kuvvetine = osmotik basınca sahip olur.

    Hücrelerin birbirlerinden, kılcal damarlardan su alıp vermelerinde, osmotik emme kuvvetinin rolü önemlidir.

    Sitoplazmanın içinde yer alan bir kısım yapıları çevreleyen gayet ince zarlar da, esas itibariyle aynı özelliklere sahiptirler. 

    Sitoplazma: Hücre zarı ile çekirdek arasında yer alan bölüme sitoplazma denir. Sitoplazmada, bazı hayatsal görevlerin yapılmalarıyla ilgili özelleşmiş yapılar görülür.

    Bunlar gördükleri vazifeye uygun yapı ve özelliklere sahiptirler. Bu yapıların başlıcaları şunlardır: Endoplazmik retikulum, mitokondrium, ribozom, golgi cisimciği, santrozom.

    Endoplazmik retikulum : Sitoplazmada, birtakım kanalcıkların, daha başka bir ifadeyle gayet ince borucukların meydana getirdiği bir ağ şebekesi görülür. Bu borucuklar, gayet ince zarlara sahiptirler. Bu zardan yapılı borucuk şebekesi, yer yer bir yandan çekirdek bir yandan da hücre zarı ile bağlantılar kurmuş durumdadır. Bu sistem sayesinde, çeşitli bileşikler, hücrenin çeşitli bölümlerine taşınırlar.

    Ribozom: Sitoplazmada, ribozom adı verilen gayet ufak tanecikler mevcuttur. Bunların kimyasal yapılarını ribonükleik asit (RNA) ve proteinler teşkil eder. Ribozomların büyük çoğunluğu, endoplazmik retikulumu meydana getiren zar borucukların üzerlerine yerleşmişlerdir. Son araştırmalara göre, ribozomlar, hücre çekirdeğindeki kromozomlardan gelen kimyasal mesajlara göre o hücreye has proteinlerin imal merkezleridir.

Kaynağın tamamını buradan indirebilirsiniz.

Bir İyilik

Dünyayı daha iyi yapmayan insan insan değildir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir