İskenderiye Medeniyeti

İskenderiye Feneri… Bir mimari harikası..

Yapımına M.Ö. 3 yüzyılda Kral I. Ptoleme zamanında başlanan ve oğlu II. Ptoleme zamanında bitirilen (M.Ö. 297 ile M.Ö. 280 arası) İskenderiye Feneri, bütün limanı aydınlatması amacıyla, liman girişindeki Pharos Adası üzerine kurulmuştu.

Bugün kullandığımız “fener”, “far” kelimeleri bu adanın isminden geliyor. Knidoslu ünlü mimar Sostratos tarafından inşa edilen üç katlı fener kulesinin yüksekliği, bir iddiaya göre 120, bir başka iddiaya göre ise 140 metreydi. Diktörtgen tabanını çevreleyen terasın uzunluğu da 340 metreyi buluyordu. Tabanın genişliği 30, uzunluğu ise 61 metreydi. Bugün, birinci katın yüksekliğinin 71 metre olduğu tahmin ediliyor.

Kulenin ikinci katını oluşturan merkez gövde ise sekizgen biçimindeydi ve 34 metre yüksekliğe sahipti Asıl fener görevini gören üçüncü kat ise bir silindiri andırıyordu. Bu bölümü koni biçiminde bir çatı örtüyordu ve bunun üzerinde de bir Zeus heykeli bulunuyordu Firavunlar ülkesindeki dev bir eserin tepesindeki Zeus heykelinin anlamı ise şuydu: Mısır’da o dönemde hüküm süren Ptolemeler aslında bir Makedonya hanedanıydı. Mısır’ı ele geçirdikten sonra, gerçek birer firavun gibi davranmalarına karşılık, dini inançlarını korumuşlardı.

Fenerin içinde ta tepeye kadar çıkan taş bir merdiven bulunuyordu. Bu merdiven öylesine genişti ki, odun yüklü iki yük hayvanı rahatlıkla çıkabiliyordu. Fenerin ateşi, bu hayvanlarla taşınan reçineli odunlarla besleniyordu. Bir başka varsayıma göre de, Mısırlılar’ın o dönemde petrolü bildikleri ve kullandıkları sanılıyor… Üstelik bu petrolü yukarı kadar taşımayıp, hidrolik pompalarla aşağıdan yukarıya pompaladıkları ileri sürülüyor.

Fenerin ateşinin ışığı, çeşitli aynalarla artırılıyordu. Eski tarihçiler bu ışığın 30 mil uzaklıktan rahatlıkla görüldüğünü yazmışlardı. Öte yandan, fenerin kendisi de beyaza boyalı olduğu için hayli uzaktan seçilebiliyordu.

Ancak, o dönemde fenerin sadece gemileri kayalıklardan uzak tutmak için inşa edildiğini söylemek çok zor… Fener, aynı zamanda bir savunma görevi görüyordu; limanın girişini savunan bir kale gibiydi. Savaş sırasında Mısırlılar, fenerdeki asker ve mancınık sayısını artırırlardı. Yapı öylesine güçlü bir stratejik konumdaydı ki, görevlilerinin izni olmadan hiçbir geminin limana girmesi mümkün değildi.

1000 yıl kadar kullanıldığı sanılan bu gökdeleni daha sonra depremler sallamaya başlıyor. M.S. 700 yılındaki deprem, yapının fener bölümünü yıkıyor. Ardından M.S. 1100 yılında tüm Kuzey Afrika’yı yerle bir eden büyük bir deprem felaketi daha geliyor ve bu kez de fenerin sekizgen gövde bölümü sulara gömülüyor.

Son olarak M.S. 14. yüzyılda bakımsızlıktan temel bölümü yıkılıp gidiyor. 15. yüzyılda Mısır’da hüküm süren Memluklar, fenerin bulunduğu yere bir kale ve cami inşa ediyorlar. Dörtgen bir sütun biçimindeki minaresiyle Arap ülkelerinde görülen cami tiplerinden ayrılan bu yapı, bugün Müslüman Afrika ülkelerindeki camilere örnek oluşuyla hatırlanıyor.
Germenler

Bir Germen gencini tasvir eden Galya-Roma heykeli.

Denizci bir kavim olan Germenler, İskandinavya’nın güneyinden gelerek Keltleri yerlerinden sürdüler ve M.Ö. III. yy .dan itibaren bugünkü Almanya’ya yerleştiler. Sonra, Miladın ilk yüzyılları boyunca, Germanya dedikleri topraklarını, Urallar’a ve Karadeniz’e kadar genişlettiler.

Germenler her şeyden önce savaşçıydı: silâh olarak mızrak (kargı), çift yüzlü balta ve uzun kılıç kullanırlardı. Val-Hall veya Walhalla adlı bir cennete ve bu cennette ölülerin tanrılarla birlikte yaşadığına inanırlardı; bu tanrıların en güçlüsü, Wotan da denen Odin’di. Germenler, Roma İmparatorluğu’yla ilişki kurunca, Hıristiyanlığı benimsediler: M.S. IV. yy.da Kutsal Kitap, Gotların piskoposu Ulfilas tarafından dillerine tercüme edildi.

IV. yy .a kadar Ren ve Tuna boylarını ellerinde tutan Germenler 376 yılında Hun istilâlarına karşı koyamadı ve bu, Avrupa’da büyük kavimler göçünün başlangıcı oldu.

Avrupa’yı İstilâ Edenler

Vizigotlar («Bilge Gotlar») Tuna’yı aştılar, Roma’yı yağma ederek 410’da Galya’nın güneyine yerleştiler: Akitanya’da bir krallık kurdular. Sonra İspanya’yı istilâ ederek (476) Arap fethine kadar (711) burada kaldılar. Vandallar da aynı yolu izleyerek Kuzey Afrika’ya ulaştılar.

Romayı istila eden Vandallar

Burgondlar Ron vadisinde durdular (Burgonya adı buradan gelir); Alamanlar ve Vizigotlar gibi bunlar da bir gün Franklar tarafından ezilecekti. Ostrogotlar İtalya’da, ışıklı sanatı ve ince uygarlığı bakımından ilgi çeken Ravenna Krallığı’nı kurdular. Nihayet Angllar ve Saksonlar da İngiltere’yi istilâ ettiler. Böylece, Roma imparatorluğu tamamen fethedildi ve yıkıldı.

Kelt sanatından ve Gotlar aracılığıyla doğu sanatlarından etkilenen Germen sanatının örnekleri arasında, mine işlemeli mücevherler, bunlarda yer alan hayvan figürleri, güneşi temsil eden gamalı haçlar sayılabilir.

Büyük Germen Kavimleri

Alamanlar, Burgondlar, Franklar, Ostrogotlar, Vandallar, Vizigotlar.
Fenikeliler

Suriye ve bugünkü Lübnan kıyılarına yerleşmiş olan İlkçağ halkıdır. Milattan önce III. binyılda Akdeniz’in doğu kıyısına yerleşen Fenikeliler, buğday ve zeytinyağı üreten mükemmel çiftçilerdi. Kurdukları şehirler (Sur, Sidon, Biblos, Ugarit), zamanla büyük limanlara dönüşmüştü. Yaşadıkları dar kıyı şeridinden denize yönelmişler, gemiler yaparak serüvenlere atılmışlardı.

Gemici ve Tacirler

Fenikeliler astronomi bilgilerinden yararlanarak, üç yüzyıl boyunca Akdeniz’i enine boyuna dolaştılar, Kıbrıs’ta (orada bakır buldular), Girit’te, Sicilya ve Sardinya’da ticari koloniler kurdular. İspanya’ya kadar gittiler, Cebelitarık Boğazı’ndan aşıp Fas’a, hattâ Kamerun’a vardılar. M. Ö. IX. yy.da hızla gelişerek, Roma’ya rakip olacak Kartaca şehrini de Fenikeliler kurdular.

İşlenmiş bronzu, fildişini, seramiği, doğu camını ve özellikle lal renginde bir deniz kabuklusundan elde edilen boyayla boyanmış kumaşları her yörede tanıttılar. Siteleri çok zengin oldu, ama aynı krallar tarafından yönetilen bu siteler, birleşmeyi bilemediler ve M.Ö. VI. yy.da Perslere boyun eğmek zorunda kaldılar.

Fenikelilerin dini Yunan ve Roma inanışlarını, tapınışlarını etkiledi. Fenikeliler, tanrı Baal’e genç çocukları kurban eder, böylelikle denizlerde onun himayesini sağlamağa çalışırlardı. Güzel tapınaklar yapar, heykel yontar ve kuyumculuğu iyi bilirlerdi. Batılılara çok şey öğretmişler, özellikle alfabeyi de onlar icat etmişlerdi.

Fenike Dini

Doğa güçlerine, Bereket Tanrıçası Aştart’a, Dağlar Tanrısı Hodad’a, Gök Tanrısı Baal’e, vahşi bir yerde veya açıkhava tapmağında tanınırlardı Dikili bir taş, bir kazık veya bir ağaçla temsil edilen ilâhlara bazen bir çocuk kurban ederlerdi.

(Solda) Bereket ve Analık Tanrıçası Aştart’ı tasvir eden, oyma fildişi bir kabartma. Louvre Müzesi, Paris.

(Sağda) Fenikelilerde kuyumculuk sanatı: «Biblon Hazinesi»nden yer yer altın varakla kaplanmış, bronz heykelcikler (M.Ö. XVII. yy.). Beyrut Müzesi.

Biblos sitesinin yıkıntıları. Önemli bir dini merkez olan Biblos, aynı zamanda Lübnan’ın kerestesini ve Kafkasya’nın bakırını ihraç eden büyük bir ticaret kentiydi.

Keltler

Tarihöncesi ve ilkçağ döneminde yaşayan Avrupa kavimlerinin bir bölümüdür. Dört bin yıl kadar önce Keltler, anavatanları olan Orta Avrupa’dan göç ederek özellikle Britanya Adaları’na, İspanya’ya ve Galya’ya yerleştiler. Savaşçı ve avcı oldukları kadar mükemmel çiftçiydiler. Tekerlekli pulluğu ve fıçıyı icat ettiler. Yayılmaları batıda, Bronz Çağı’nın sonuna ve Demir Çağı’nın başına denk gelir. Sayısız göçleri sırasında Yunanlıların, Etrüsklerin, İtalyotların tekniklerini benimsediler; kazancılığı ve çömlekçiliği geliştirdiler. Onların yaptığı yollara sonradan Romalılar taş döşeyecekti.

Çoğu zaman birbirine rakip kabileler ve klanlar halinde toplanmış olan Keltler, gerek yaşama biçimi, gerek kültür yönünden özgün bir halktı. Ürünlerin koruyucusu sayılan kır tanrılarına taparlar, geleneklerin koruyucusu olan hem kâhin, hem yargıç niteliğindeki din adamlarının (drüitler) yönetiminde yaşarlardı.

M.S. I. yy.da Romalılar tarafından kısmen yıkılan Kelt uygarlığı, gene de, Ortaçağ’a kadar yaşayageldi. Bugün bile, bazı Breton ve İrlanda törelerinde bu uygarlığın varlığını sürdürdüğü görülür.

Gümüş sunak kabı. Madencilikte usta olan Keltler, yetenekli elsanatçılarıydı: çok erken bir dönemde, o zamana kadar hiç bilinmeyen örme zırhlar, mahmuzlar ve at nalları yapmışlardı. Kuyumculukta da ustaydılar: süs eşyası bu kap gibi oymalı ve kakmalıydı.
Caius İulius Caesar

Caius İulius Caesar, Romalı general ve devlet adamı (M.D. 101-44).

Gelmiş geçmiş devirlerin en parlak savaş komutanlarından ve devlet adamlarından biri sayılan Julius Sezar aynı zamanda yazar olarak da çok ünlüdür.

Aineias’ın oğlu İulius’tan ve dolayısıyla, soyunun tanrıça Venüs’ten geldiğini iddia eden bir patrici ailesindendi. Çok genç yaşta gururu ve tutkularıyla göze çarptı: «Roma’da ikinci olmaktansa bir köyde birinci olmayı yeğ tutarım!» diyordu. Zaten zekâsı ve iradesi sayesinde kısa, zamanda ün kazanmağa başladı. Önemli bir komutanlığa gelme kaygısındaydı ve o tarihlerde bir Roma eyaleti olan İspanya’ya giderek orayı bir yıl başarıyla yönetti (61-60). Roma’ya döndüğünde, zengin Crassus ve ünlü Pompeius ile siyasî bir birlik kurdu: bu, birinci triumvirlik’ti. Ertesi yıl Sezar konsül seçildi (59).

İKTİDAR VE ZAFER

O zaman Galya’ya gidip birkaç yıl süren bir savaşla (58’den 51’e kadar) bütün ülkeye boyun eğdirdi; Galyalıların ayaklanmasını bastırdı ve bu arada Vercingetorix’in örgütlediği genel isyanı bastırdı. Bu uzun savaşı, Galya Savaşı Üstüne Yorumlar adlı eserinde, kendisi anlatacaktır. Sezar askerleri yönetmeyi biliyor, onlar da, kendi çetin koşullarını ve yorgunluklarını paylaşmaktan geri durmayan bu komutana değer veriyorlardı. Ama Roma’daki şöhreti, senatoyu ve özellikle iktidarı kendi başına yürütmek sevdasında olan Pompeius’u kaygılandırmaktaydı. Bunu anlayınca Sezar meşruluk dışına çıkmağa karar verdi: askerleriyle Rubico Irmağı’nı aşıp şehre yürüyerek iç savaşı başlattı. Pompeius Yunanistan’a kaçtı, orada, 48 yılında Pharsale’de yenilgiye uğradı, taraftarları ise Afrika ve İspanya’da darmadağın edildiler, kılıçtan geçirildiler. 45 yılında iç savaş sona erdi.

Zaferi kazanan Sezar, artık mutlak hükümdar olarak ülkeyi yönetebilecekti. Diktatör, ömür boyunca konsül ve en yüksek majistra seçildi. Kuruluşlarda derin bir reforma girişti. Bir yıl içinde cumhuriyeti imparatorluğa dönüştürdü. Yerine geçecek vârisi olmadığından, yeğeninin oğlu, müstakbel Augustus olacak Octavius’u evlât edindi. Ama düşmanları ona karşı, himayesindeki Brutus ve Cassius yönetiminde bir suikast hazırladılar. Sonunda senatoda, Pompcius’un heykelinin dibinde öldürüldü.

SEZAR’IN ADI

Augustus ile halefleri tarafından Sezar adı, «imparator» ile eşanlam!: olarak kullanıldı: imparatorlara «sezar» deniyordu. Bu terim sonradan değişime uğrayarak Avrupa’da kayser ve Rusya’da çar terimlerine köken olmuştur.

VENİ, VİDİ, VİCİ

«Geldim, gördüm, yendim». Bu sözlerle Sezar, senatoya, Küçük Asya’da, Zela yakınlarında, Pontus kralı Pharnekes’e karşı kazandığı zaferi bildiriyordu (M.Ö. 47’de).

SEZAR’IN YAZARLIĞI

Sezar’ın bize kadar gelmiş olan çeşitli eserleri (şiirler, siyası yazılar) arasında en ünlüsü, Galya Savaşı Üstüne Yorumlar’dır. Bu, Sezar’ın askeri taktiğinin gizemini korumak ve saygınlığını arttırmak için gerçeği saptırdığı bir propaganda eseridir: yardımcılarının oynadığı rolü küçümser, düşman birliklerinin kalabalığı ve kuvveti (özellikle Vercingetorix’in) üzerinde ısrarla durur; böylece zaferi daha da parlak görünür. Bu kusurlarına karşın Galya Savaşı Üstüne Yorumlar, tarihçilerin, Sezar’ın yaptıklarını ve kişiliğim aydınlatmalarına yardımcı olmuştur.
Marcus Tillius Cicero

Romalı siyaset adamı ve hatip (M.Ö. 106-43).

Roma’nın soylu ailelerinden birinin oğlu olan Cicero, avukat olarak Roma’da büyük bir ün yaptı ve gerek yeteneği, gerek atılganlığı sayesinde zamanın mali yolsuzluklarını ortaya çıkardı (Verres’e karşı).

Bu yoldan zenginliğe ve üne kavuştuktan sonra, 63 yılında konsüllüğe, yani Roma Cumhuriyeti’nin başkanlığına seçildi. Catilinaria adıyla bilinen ateşli söylevleriyle, kendisini devirmek isteyen suikastçı Catilina’nın ölüme mahkûm edilmesini sağladı. O tarihten sonra, askeri bir darbeyle iktidara geçen Sezar’ın tutumu karşısında Cicero uzun bir suskunluk dönemine girdi. Fakat 44 yılında diktatörün öldürülmesinden sonra eski canlılığına ve cumhuriyet tutkusuna yeniden kavuşan Cicero, fesatçıların komplolarını açıklamak için Philippicae adlı sert söylevini kaleme aldı. Bunun üzerine, Roma’nın yeni hâkimleri Cicero’yu öldürttüler; elleri ve başı kesilerek Senato’nun kürsüsünden Meclis’e gösterildi.

Düşüncelerini açık, duru ve ahenkli bir dille açıklamayı bilen Cicero Eski Roma’nın en ünlü hatibiydi.

Cicero, Roma Cumhuriyeti’nin son döneminde olayların hem kahramanı, hem tanığı, hem de kurbanı oldu. Hitabet yeteneği ve siyasetçi ruhu sayesinde krallar gibi yaşadı. Sadece konuşmalarından değil, felsefe öğretileri üstüne düşüncelerinden ve özdeyişlerinden oluşan önemli bir eser bıraktı.
Kleopatra

Mısır kraliçesi, bu adı taşıyanların yedincisi ama en ünlüsü (M.Ö. 69-30).

Pascal şöyle yazmıştı: «Kleopatra’nın burnu biraz kısa olsaydı, dünyanın çehresi değişirdi». Bu cümle, Mısır kraliçesinin ozanlar ve yazarlar üzerindeki çekici etkisini özetliyor. Kleopatra, yaşantısının ayrıntıları pek az bilindiğinden,, bir efsane kahramanı haline getirilmiştir. Bu efsaneye göre güzel, büyüleyici, politikada olduğu kadar aşkta da usta olan Kleopatra, Nil kıyılarında büyük bir lüks içinde yaşıyordu.

Gerçekte, Yunan tarihçisi Plutarkhos’a bakılırsa pek fazla güzel değil di, ama konuşur konuşmaz dayanılmaz bir kadın oluveriyordu. Sesi çok tatlıydı, konuşmaları hem akıllıca, hem kurnazlık doluydu. Birkaç dil bilirdi: Yunanca, Mısır dili, Arami dili, Latince. On yedi yaşında kraliçe olmuş, ülkenin töreleri uyarınca iki erkek kardeşiyle evlenmişti.

Sezar, iktidarı ele alması için kendisine yardımcı olduğundan, onunla birlikte Roma’ya bir yolculuk yaptı. Sonradan, Sezar’ın ölümü üzerine, Marcus Antonius’u baştan çıkardı ve ikisi birlikte görkemli gemilerle Yunanistan’ı ve Asya’yı dolaştılar. Bu yüzden Octavius, yani geleceğin Augustus’u, Kleopatra’ya savaş ilân etti ve donanmasını M.Ö. 31’de Actium’da yenilgiye uğrattı. Kleopatra, kendisini zehirli bir yılana sokturarak canına kıydı.

(Solda) Kleopatra’nın ölümü. Roma katakomplarında bir duvar resminden.
(Sağda) Kleopatra adına dikilmiş bir mezartaşı. Aşağı ve Yukarı Mısır’ın taçları başında bir hükümdar olarak tasvir edilen Kleopatra, bir tahta oturmuş olan tanrıça İsis’e bir armağan sunuyor. Louvre Müzesi, Paris.

Hunlar

Orta Asya’da ve Avrupa’da devlet kuran Türk boyudur. Osmanlı hanedanı dışında Türklerin başında hüküm süren en uzun ömürlü ve en önemli hanedan Hunlardır. Onları dört önemli topluluk olarak ele alabiliriz.

Orta Asya Hunları, ilk büyük Hun hakanlığıdır (M.Ö. 220-M.S. 216). ilk büyük hükümdarları Teoman Yabgu’dur. Oğlu Mete (Oğuz Han da denir), M.Ö. 209’da Teoman’ın yerine tahta geçti. 35 yıl hükümdarlık etti. Bütün Türk, Moğol, Tonguz, Altay Türklerini buyruğu altında topladı. Devletinin sınırları Büyük Okyanus’tan Hazar Denizi’ne, Tibet ve Keşmir’den Kuzey Sibirya’ya uzanıyordu.

Volga Hunları, M.S. 48’de devlet ikiye bölündü, sonra da göçler sonucu dağıldı. Çeşitli Türk boylarının birbiri üzerine yaptığı baskılarla zayıflayan önemli Hun boyları batıya göç etmeğe başladılar. Bunların bir bölüğü Volga ile Ural ırmakları arasında bir devlet kurdu (M.S. 374). Hakanları Balamir Han’dı. Avrupa Hun Devleti, M.S. 425’te kuruldu. 454’e kadar yaşayan bu devletin en büyük hükümdarı Attilâ idi. 9 yıl süren saltanatı sırasında 4 milyon km2’lik bir toprak üzerinde dünyanın en büyük imparatorluğunu meydana getirdi.

Hindistan Hunları (Akhunlar), ise Moğollarla karışarak güneye inen ve orada VII. imparatorluk hanedanını kuran Hunlardır. 3,5 milyon km2’lik bir bölgede 71 yıl Hindistan’a egemen olduktan sonra dağıldılar.

Attilâ ve Azizler

Attilâ iktidarından ve Hun gücünden korkan Hıristiyan inancına göre Attilâ’nın atının bastığı yerde ot bilmezmiş. Attilâ’nın Avrupa’ya saldığı korku yüzünden, kilise ona direnme cesaretini gösterenleri azizliğe yükseltti: Paris’i kurtaran Azize Genevieve; Romalıları yardıma çağıran Orieans piskoposu Aziz Aignan, Roma’ya ilişmemesi için Attilâ ile pazarlığa girişen papa Leo I bunlar arasındadır.

Hun uygarlığı

Ordu örgütlemeyi, savaşmayı, at yetiştirmeyi çok iyi bilen Hunlar, büyük bir uygarlığa sahipti. Tahta evlerde oturur, deriyi işler, dokuma yapar, şiir ve edebiyatla uğraşırlardı. Avrupa’ya Asya uygarlığının önemli öğelerini ve özelliklerini onlar götürdüler.

Hunların önünde dize gelen Avrupa, Attilâ’yı ve yiğit savaşçılarını vahşiler olarak görmek ve göstermek istemiştir. Ünlü ressam Raffaello’nun bu tablosunda, Roma kapılarında Attilâ ile papa Leo I’in karşılaşmaları da, eli sopalı melekler ilâvesiyle ve aynı anlayışla canlandırılıyor. Vatikan Müzesi, Roma.
Augustus
Augustus

Roma İmparatoru (M.Ö. 63-M.S. 14).

Önceleri Octavius, daha sonra Octavianus adıyla tanındı. Roma imparatorlarının hemen hemen en yücesi oydu. Julius Sezar öldürüldüğü zaman ancak on dokuz yaşındaydı. Sezar, doğumla değil de evlât edinme yoluyla aileye giren Octavianus’un büyük amcası oluyordu.

Görünüşte, sıska çelimsiz bir hali vardı ama gerçekte, demir gibi bir iradeye sahipti ve büyük hırsları olan bir gençti.

İkinci Triumvira döneminde, Antonius ile Lepidus devleti yönetti. Ama M.Ö. 31 yılında Antonius’a karşı kazanılan Actium Zaferi, onu Roma âleminin mutlak hâkimi yaptı.

Octavianus önce princeps yani birinci vatandaş unvanıyla yetindi. Gerçekte bütün yetkiler elindeydi ve Augustus adını M.Ö. 27 yılında aldı (Latince, «rahipler tarafından kutsanmış» anlamına gelir). Kırk yıl süreyle çok büyük işler yaptı: komşularıyla barışı sürdürdü, güçlü bir hükümet kurdu, maliyeyi, idareyi, orduyu yeniden örgütledi. Bir yandan da din reformlarına girişti, Roma’da çok önemli bayındırlık işleri yaptırdı ve, danışmanı Maecenas’ın yardımıyla, Vergilius ve Horatius gibi yazarları korudu. Romalılar onu, bir tanrı gibi saygıyla anarlar.

Augustus tarafından bastırılan paralar

ATTILA

Hun İmparatoru ATTILA (400-453).

Amcası Küba’nın ölümünden sonra, Doğu Hun İmparatorluğu’nun yönetimini ele aldı (434). Batıda hüküm süren ağabeyi Bleda’yı 445’te öldürerek imparatorluğun tek hâkimi oldu. Sahip olduğu geniş topraklarla yetinmedi. Hükümdarlığı süresince Bizans’ı ve Batı Roma İmparatorluğu’-nu ele geçirmeğe çalıştı. Bunun için de sürekli bir anlaşmazlığı körükledi. Bizans’ı vergi ödemek zorunda bıraktı; Batı Roma’da hak iddia ederek toprak istedi, istekleri yerine getirilmedikçe de saldırdı.

Üstün savaş gücü sayesinde Roma ve Bizans’a korkulu günler yaşattı. 450’de Roma ordusuyla birleşen Gotlar karşısında çarpışarak Roma’ya kadar ilerledi. Batı Got Krallığı’nın sınırlarını zorladı, Catalaunum Ovası’nda yapılan kanlı çarpışmalarda her iki taraf da kayıp vermişti ama, Attilâ 452’de İtalya’ya ikinci bir saldırı yapmaktan vazgeçmedi. Milano’yu aldı. Roma’ya doğru ilerledi. Fakat açlık ve salgın hastalık yüzünden ordusunun kırılması onu papa Leo’nun teklifini kabul etmek zorunda bıraktı. Üçüncü bir saldırıya geçemeden de öldü.

Attilâ bir diktatördü, çevresinde âdeta dini bir korku uyandırırdı, ama adalete saygılı ve iyiliksever bir yöneticiydi. Gururluydu, pek az gülerdi. Hurafelere inanır, durmadan falcılara danışırdı. Roma’yı ele geçirmekten vazgeçmesine de boş inançlara bağlılığı sebep oldu.

ATTILA nın bronz savaş baltası.

Hun savaşçısı

Bir İyilik

Dünyayı daha iyi yapmayan insan insan değildir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir